31 Ekim 2009 Cumartesi

İNSAN NASIL DÜNYAYA GELİR?

SORU- İNSAN NASIL DÜNYAYA GELİR?

CEVAP- Annenizin karnında ilk başta sadece küçücük bir et parçası vardır. Giderek bu parça büyür ve şekillenir. Sırası geldikçe, kemikleriniz, kaslarınız, başınız, gözünüz, kulağınız tam yerli yerinde oluşmaya başlar. Hiçbir organınız yerini şaşırmaz. Boyunuzun ne kadar olacağı, göz renginiz, kaşınızın, elinizin şekli ve diğer yüzlerce özelliğiniz ilk andan itibaren bellidir. İşte bu bilgilerin tümü Allah’ın hücrelerimizi ilk defa yaratırken içine koyduğu programda yazılıdır. Allah’ın herşeyi bütün detaylarına kadar tasarladığı bu program, her insanın hücrelerinin içine yerleştirilmiştir. Bu sayede insan nesli devam eder. Bu program öylesine mükemmel ve detaylıdır ki, nasıl çalıştığını bile bilim adamları daha yeni yeni anlamaya başlamışlardır.

Daha bizler anne karnında oluşmaya başlarken göz ve saç rengimizin ne olacağı, boyumuzun büyüyünce kaç santim olacağı bellidir.

Allah’ın bedenimize yerleştirdiği bu programa uygun olarak seneler boyunca yavaş yavaş büyürüz. Bu nedenle vücudumuzun büyümesi bize garip gelmez. Doğup büyümemiz onlarca yıl sürer. Düşünsenize, bu program çok hızlı çalışsa ne kadar şaşırırdık. Yeni doğmuş bir bebek gözlerimizin önünde, birdenbire, birkaç saat içinde yaşlı bir insan haline gelse hayretler içinde kalırdık.

İNSAN YARATILDI MI?

SORU-İNSAN YARATILDI MI, YOKSA BAZI İNSANLARIN İDDİA ETTİĞİ GİBİ TESADÜFEN Mİ VAR OLDU?

CEVAP-Bunu bir örnekle açıklayalım:Bir çizgi film kahramanı düşünün. Çok becerikli, kuvvetli, birçok zor işi yapabiliyor. Şimdi bu çizgi kahraman, film sırasında size şöyle dese:“Ben kendi başıma varım. Beni kimse çizmedi. Beni oluşturan çizgiler zaten hep vardı. Vücudumun şekli, renklerim, gözlerim, kollarım, görmem, konuşmam, herşeyim bana ait. Kendi kendine oldular. Onları bir ressam çizmedi ve boyamadı. Bana hareket kabiliyetini hiç kimse vermedi. Seyrettiğiniz bütün özelliklerimin hiçbir planlayanı, tasarlayanı, şekil vereni, düzenleyeni yok.”



Çizgi film karesindeki bu çocuk "beni oluşturan çizgiler tesadüfen mürekkebin kağıda dökülmesi sonucu oluştu" dese, bunun bir ressam tarafından çizildiğini bildiğimiz için bu söz bize çok komik gelir. Kendisini Allah'ın yarattığını kabul etmeyen insan da, aynı bu çizgi film kahramanı gibi komik duruma düşer.

Acaba bu çizgi kahramanın size böyle seslenmesi kafanızı karıştırır mı? Hiç söylediklerinin doğru olabileceğini düşünür müsünüz? Tabii ki hayır. O kahramana sorabilseniz ve size cevap verebilse, mesela şöyle sormaz mısınız:“Sen böyle söylüyorsun ama bir kere senin çizgilerini çizen bir ressam var. Sen kendinin nasıl çizildiğini, renklendirildiğini ve hareket ettiğini sanıyorsun?”Çizgi kahraman size şöyle cevap verse:“Beni oluşturan çizgiler mürekkebin kağıda dökülmesi sonucunda tesadüfen oluştu. Boyalar da aynı şekilde tesadüfen döküldü ve renklendirdi. Yani benim oluşmam için beni çizen, şekil veren birine ihtiyacım yok, tesadüfen meydana gelebilirim ben.”Herhalde bu söylenenleri ciddiye almazsınız. Böyle mükemmel çizgilerin, renklerin, hareketlerin, boyaların dökülmesi sonucu tesadüfen ortaya çıkamayacağını bilirsiniz. Çünkü şişe dökülünce sadece mürekkep ve boya lekesi olur. Anlamlı, konulu, işe yarar şeylerin ortaya çıkabilmesi için onu birinin düşünüp tasarlaması ve çizmesi gerekir. Bütün bunları anlamanız için o çizgi kahramanı çizeni ve boyayanı görmenize gerek yoktur.



Çizgi filmlerdeki kahramanların tüm özelliklerinin, şekillerinin, renklerinin, yürüme, koşma, zıplama gibi yeteneklerinin çizgi filmi hazırlayan kişi tarafından oluşturulduğunu herkes bilir.


İşte bu verdiğimiz örnekten sonra şunu çok iyi düşünün: Kendisini Allah’ın yarattığını kabul etmeyen insan da, aynı bu örnekteki çizgi film kahramanı gibi yalancı durumuna düşer. Şimdi böyle bir kişinin bizimle konuştuğunu düşünelim. Tüm insanların ve kendinin varoluşunu bakın nasıl açıklamaya çalışır bu insan:“Benim, annemin, babamın, onun babasının ve çok eski tarihlerde ilk anne ve babanın yani ilk insanın meydana gelmesi tamamen tesadüfen olmuştur. Bizim şeklimizi, gözümüzü, kulağımızı, bütün organlarımızı hep tesadüfler oluşturmuştur.”Kendisini Allah’ın yarattığını inkar eden bu insanın söyledikleri, çizgi kahramanın söylediklerine ne kadar da benziyor. Aradaki tek fark kahraman, kağıt üzerindeki çizgilerden ve boyalardan oluşmuştu. Bunu söyleyen ise hücrelerden oluşmuş canlı bir insan. Peki ne fark eder? Bunu söyleyen canlı insan, o çizgi insandan daha mükemmel ve daha çok organa sahip çok karmaşık bir makine gibi değil mi? Yani çizgi kahramanın tesadüfen meydana gelmesi imkansız ise, bu insanın tesadüfen oluşması bundan çok daha imkansız demektir. Herhalde artık bu insanın akıl dışı ve gülünç şeyler söylediğini fark etmişsinizdir. Böyle iddialarda bulunan bir insanın yaşı ve mesleği ne olursa olsun, doğru düzgün düşünemediği ve yanlış şeyler iddia ettiği ortadadır. Ne kadar şaşırtıcı olsa da, çevrenizde böyle imkansız ve saçma şeylere inanan kişilere rastlayabilirsiniz.En basit bir makinanın bile bir tasarlayanı varken, insan gibi mükemmel bir varlık elbette kendi kendine, tesadüfen oluşamaz. Kuşkusuz ilk insanı yaratan Allah’tır. Ve diğer insanların doğabilmesi için ilk insanın bedeninde gerekli olan sistemleri yaratan da Allah’tır. Allah bütün canlıların soylarının devamlı olmasını hücrelerine yerleştirdiği bir programa bağlamıştır. Biz de Allah’ın yarattığı bu programa göre oluştuk ve bu programda yazılanlar doğrultusunda gelişmeye devam ediyoruz.

İLK İNSAN BİRDENBİRE NASIL MEYDANA GELDİ?

SORU-SİZİ ANNENİZ DOĞURDU. AMA İLK İNSANIN BİR ANNESİ VE BABASI OLAMAZ. O ZAMAN İLK İNSAN BİRDENBİRE NASIL MEYDANA ÇIKTI?

CEVAP
-İlk insan Hazreti Adem’dir. Allah diğer bütün insanları onun soyundan meydana getirmiştir. Hz. Adem de aynı bizim gibi yürüyen, konuşan, Allah’a dua eden, ibadet eden bir insandı. Allah, ilk insan olarak onu ve sonra da eşini yarattı. Böylece onların çocukları tüm dünyaya yayıldılar. Hz. Adem, yani ilk insan bugünkü insanlar gibidir ve Allah, onu özel olarak yaratmıştır. Bunlar Allah'ın bize Kuran'da bildirdiği gerçeklerdir.
Şunu hiç unutmayın: Allah yaratmak için sadece emir verir. Bir şeyin olması için yalnızca “OL” demesi yeterlidir. Bunun için hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Örneğin Allah, Hz. Adem’i çamurdan yaratmıştır. Allah için herşey çok kolaydır.

İNŞALLAH NE ANLAMA GELİR

SORU-”İNŞAALLAH” NE ANLAMA GELİR?

CEVAP-“İnşAllah” kelimesi Türkçe’de, “eğer Allah dilerse” anlamına gelir. Bu yüzden gelecekle ilgili bir dilek ya da niyet belirtecek olduğumuzda, mutlaka “inşaAllah” deriz. Çünkü geleceği ancak Allah bilir ve herşeyi dilediği gibi yaratır. Allah’ın dilemesi dışında hiçbir şey olmaz. Bir arkadaşınız örneğin, “yarın mutlaka okula gideceğim” dediğinde hata etmiş olur. Çünkü Allah’ın, gelecekte onun neler yapmasını dilediğini bilemeyiz. Belki de yarın hasta olup okula gidemeyecek veya hava bozacağı için okullar tatil olacaktır.
Bu yüzden geleceğe yönelik bir niyetimizi dile getirirken “inşaAllah” demekle Allah’ın herşeyi bildiğini, herşeyin ancak O’nun dilemesiyle olacağını, O’nun bize bildirdiği dışında hiçbir şey bilmediğimizi özlü bir biçimde söylemiş oluruz. Böylece sonsuz güç ve bilgi sahibi Rabbimiz olan Allah’a karşı gereken saygılı tavrı göstermiş oluruz. Allah Kuran ayetlerinde böyle söylememiz gerektiğini bize bildirmektedir. Bunu bize haber veren ayet şöyledir:Hiçbir şey hakkında: "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım" deme. Ancak: "Allah dilerse" (inşallah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret (an) ve de ki: "Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir. (Kehf Suresi, 23-24)

17 Ekim 2009 Cumartesi


K A N G U R U.. Y A V R U S U
Yeni doğmuş bir kanguru yavrusu ilk anlarda bir fasulye tanesinden daha büyük değildir ve bacakları henüz gelişmeye başlamıştır. Ayrıca kanguru yavruları ilk doğduklarında kördürler. Çünkü memeli yavrularının tümünün anne karnında geçirdikleri bir dönemde dünyaya gelen yavrular tam olarak gelişmemiştir. Bu nedenle yavru kangurular için annelerinin vücudunda hazırlanmış olan tüylü kese çok önemli bir korunma yeridir. Bu kese yavru büyüdükçe genişleyecektir. Kesenin girişinde yavrunun fırlamasını engelleyen özel kaslar vardır; bu kaslar, anne kanguru suya girdiğinde de içeriye suyun dolmasını engelleyecektir. (Creation, vol.20, n.3, June-August 1998, s. 29)
Kanguruların sütü de yavruların tam ihtiyacı olan özelliklerdedir. Yavrunun büyümesiyle birlikte sütün içindeki maddeler değişir. Sütün bileşimindeki yağ ve diğer bileşikler yavrunun büyümesine paralel olarak zamanla değişir.
İlk yavru bu besleyici sütü emmeye devam ederken hemen ardından doğan ikinci yavru için, hazmı kolay olan süt verilmeye başlanır. Üçüncü yavru dünyaya geldiğinde ise, farklı nitelikte üretilen sütlerin sayısı üçe çıkar. Her yavru kendine hazırlanan sütü kolaylıkla bulur, hiç karışıklık olmaz. Bu beslenme sisteminin özel bir yaratılışın eseri olduğu çok açıktır. Anne kangurunun bu işi bilinçli olarak düzenleme imkanı yoktur.
Bir hayvan, nasıl olur da, farklı büyüklüklerdeki yavruların ihtiyacı olan sütlerin bileşimini hesaplar? Hesaplasa bile, bunu nasıl kendi vücudunda üretebilir? Bu üç ayrı sütü, üç ayrı kanaldan nasıl verebilir?
Kuşkusuz kanguru bunların hiçbirini kendisi yapmamaktadır; onun, vücudundan çıkan sütün üç ayrı türü olduğundan haberi bile yoktur. Bu, olağanüstü işlem, kangurunun yaratılışındaki ihtişamdan kaynaklanmaktadır:

... O'nun bilgisi olmaksızın, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitaptadır. Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır. (Fatır Suresi, 11)






LEVENT İLE KANGURU

Levent, okuduğu bir hikaye kitabında kanguruların ceplerinde büyüttükleri yavrularından bahsedildiğini görünce şaşkınlık içinde kendi kendine sordu: "Hiç hayvanda cep olur mu?" Kitaptaki kanguru cevap verdi: "Şaşırmakta haklısın sevgili Levent. Fakat, gerçekten de biz kanguruların karnında, "kese" adı verilen ve yavrumuzun beslenmesinin, korunmasının ve gelişmesinin sağlandığı bir bölüm bulunur."Levent resimde annesinin karnındaki cepten kafasını çıkarmış yavrunun sevimliliğine karşı derin bir şefkat hissetti.

Levent: Peki bu sevimli yavru o cebe nasıl geldi acaba?

Kanguru: Yavru kanguru daha henüz 1 cm iken, erken doğum gerçekleşir. Bu cebe, daha tam olarak gelişmemiş minik yavru, 3 dakikalık bir yolculuk sonucunda ulaşır.
Levent: Bu çok ilginç... Peki yavru bu kesede nasıl beslenir?
Kanguru: Kesemizin içinde dört farklı meme bulunur. Bu memelerden birisinde, kıvamı ve ısısıyla bu küçük yavru için özel hazırlanmış bir süt vardır. Diğer üç memede ise yeni doğmuş bir bebek için değil, yaşı daha ileri bir yavru için hazırlanan süt bulunmaktadır. Bu yavru da birkaç hafta sonra ilk emdiği memeyi bırakacak ve yaşına göre olan memeyi emmeye başlayacaktır. Biraz daha büyüyünce ise bir ötekisine geçiş yapacaktır.


Levent: İnanılmaz! 1 cm boyundaki kanguru yavrusu, bu dört memeden hangisini seçeceğini nereden bilebilir? Ya siz anne kangurular dört memenin her birine bu kadar farklı özellikteki sütleri nasıl yerleştirmiş olabilirsiniz?


De ki: "Rabbimin sözleri(ni yazmak) için deniz mürekkep olsa ve yardım için bir benzerini (bir o kadarını) dahi getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, elbette deniz tükeniverirdi." (Kehf Suresi, 109)



Kanguru: Dahası, yeni doğan yavrunun emdiği süt diğer memelerden gelen sütlere göre daha sıcaktır. İçerdiği besinler de daha farklıdır. Sence biz anne kangurular bu meme içindeki sütü nasıl ısıtabiliriz? Sakın unutma sevgili Levent, bunların hiçbirini yapan aslında anne kanguru değildir. Bizim kesemizin içindeki sütlerin farklı olduğundan haberimiz bile yoktur. Memelerimizdeki sütün sıcaklığını hesaplayabilmemiz mümkün değildir. Her süte farklı özellik vermeyi, hangi sütün içinde hangi besinin olduğunu da bilemeyiz. Biz sadece Allah'ın bizlere emrettiği şekilde yaşarız. Yavrumuzun ihtiyaçlarını da bizi yaratan Allah düşünmüştür. Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Rabbimiz, en uygun yapıdaki sütleri, yavrular için en uygun yere, yani biz annelerinin karnına yerleştirmiştir.

15 Ekim 2009 Perşembe

C İ V C İ V L E R


Gelişmekte olan bir civcivin gereksinim duyduğu besin ve su yumurtada mevcuttur. Yumurtanın sarısı, protein, yağ, vitamin ve mineraller içerirken, akı da bir su deposu işlevini görür. Ayrıca civcivin oksijen almaya ve karbondioksitini dışarı atmaya, bir ısı kaynağına, kemiklerinin gelişmesi için kalsiyuma, suyunun korunmasına, bakterilerin bulaşmasını engelleyecek ve mekanik darbelere karşı koruyacak bir sisteme gereksinimi vardır. Tüm bunları da yumurtanın kabuğu karşılar.



Civciv, kabuk zarlarının iç yüzeyinde bulunan bol damarlı bir katman aracılığıyla oksijen alır ve karbondioksitini atar. Gaz alıp verme, erişkin hayvanlarda olduğu gibi akciğerlerle değil, kabuktaki küçük gözenekler yoluyla olur.



Bir yumurta kabuğunun, gaz, su ve ısı işlemini düzenlemesi gerektiği kadar sağlam da olması gerekir. Kabuk, gelişmekte olan civcivi dış darbelere karşı koruyacak ve kuluçkaya yatan annenin ağırlığını kaldırabilecek kadar dayanıklı olmalıdır.



Bütün bu özellikler yumurtada eksiksiz olarak mevcuttur. Gökten yere her işi kontrolü altında tutan Allah kusursuz yaratmasını bu gibi örneklerle de bize tanıtır.



Ellerimizin yaptıklarından kendileri için nice hayvanları yarattığımızı görmüyorlar mı? Böylece bunlara malik oluyorlar. (Yasin Suresi, 71)

13 Ekim 2009 Salı

SİNCAPLAR







S İ N C A P L A R

Sincaplar yavrularını sarkık göbeklerinden dişleriyle kaldırırlar. Anne sincap, yuvası bozulduğunda yavrularını oldukça uzak bir mesafe de olsa hiç üşenmeden taşır. Her defasında bir yavrusunu taşır ve hepsinin güvenle taşındığına ikna olana kadar eski yuvasına geri dönüp, bakar.

UZUN KUYRUKLU SEVİMLİ SİNCAPLAR
Fatih ve Erdem çok iyi anlaşan iki arkadaştı. Hayvanların yaşamlarıyla ilgili yeni bir kitap okumuş ve çok etkilenmişlerdi. Bu hayvanları yakından tanımak kim bilir ne kadar da heyecanlı olurdu. Akşam aileleriyle konuştular ve hafta sonu ormana geziye gitmek için onları ikna ettiler. Yol boyunca birbirlerine orada görebilecekleri canlılar hakkında sorular sordular. Arabadan iner inmez ağaçların arasında koşmaya başladılar. Aileleri banklara oturmuş sohbet ediyorlardı. Fatih ve Erdem etrafı dolaşmak için izin istediler. Birkaç hayvan görebilmek için sabırsızlanıyorlardı.
Biraz yürüdükten sonra dalların arasında bir kıpırtı hissettiler.
Fatih: Erdem, bak işte orada bir sincap var galiba, gördün mü?
Erdem: Gel, biraz daha yakından bakalım.
Fatih: Neden bu kadar uzun bir kuyruğu var acaba?
Sincap: İkiniz de çok meraklı çocuklara benziyorsunuz. Öğrenmek istediklerinizi size anlatabilirim.
Fatih: Evet çok isteriz, anlatır mısın?
Sincap: Az önce kuyruğumun neden uzun olduğunu merak etmiştiniz. Ağaçların üzerinde çok çeşitli hareketler yapabilirim. Mesela sivri tırnaklarım sayesinde rahatlıkla ağaçlara tırmanabilirim. Ayrıca bir dalın üzerinde koşabilirim, başaşağı sallanabilirim, hatta bu şekilde ilerleyebilirim. Özellikle "gri sincaplar" olarak bilinen akrabalarımız bir ağacın en ucundaki dalından 4 metre uzaktaki başka bir ağacın dalına rahatlıkla atlayabilirler. Havada adeta uçar gibi sıçrarken, kollarını ve bacaklarını açarak bir planör gibi hareket ederler. Bu sırada yassılaşan kuyrukları ise hem dengelerini sağlar, hem de yönlerini ayarlayan bir dümen görevi görür.
Erdem: Bir kitapta bazı sincapların uçabildiklerini okumuştum. Peki uçan sincapların sadece kuyruklarının uzun olması yeterli mi?
Sincap: Evet, Avustralya'da yaşayan ve boyları 45 cm ile 90 cm arasında değişen bazı sincap türleri uçabilirler. Aslında yaptıkları tam olarak uçmak değildir. Bir ağaçtan diğerine uzun atlayışlar yaparak hareket ederler. Ağaçlar arasında bir planör gibi hareket eden bu canlıların kanatları yoktur ama uçma zarları vardır. Mesela "şeker uçan sincapları"nın uçma zarı, ön bacaklardan arka bacaklara doğru uzanır. Uçan sincap, bir ağacın gövdesinden fırlar ve gerilmiş derinin planöre benzeyen etkisiyle bir seferde ortalama 30 metrelik bir uzaklık aşabilir. Hatta bazen arka arkaya 6 kaymayla 530 metrelik bir mesafe alabildikleri gözlenmiştir.
Fatih: Bu kadar uzun mesafeleri atlarken ağaçlar arasındaki mesafeleri nasıl hesaplıyorlar. Doğru yere konabilmeleri için kendilerini çok iyi ayarlamaları gerekir diye düşünüyorum. Küçük bir hata düşmenize sebep olabilir.
Sincap: Çok doğru. Atlarken incecik dalları hedefleyip, tam üstüne tutunabilmek için çok dikkatli hareket etmeliyiz. Bunun için arka ayaklarımızı, mesafeleri çok iyi ayarlayan keskin gözlerimizi, güçlü pençelerimizi ve denge kurmamıza yarayan kuyruğumuzu kullanırız. Bize bu özellikleri veren de, onları nasıl kullanacağımızı öğreten de yüce Rabbimiz'dir. Yoksa bizim, ailece ellerimize cetvelleri alıp, ağaçların boylarını, dalların arasındaki mesafeleri ölçmemiz mümkün değildir.
Erdem: Kuyruğunuzun başka faydaları da var mı?
Fatih: Ben belgesel bir filmde izlemiştim. Boyut olarak küçük olan hayvanlar hareket etmedikleri zaman ısı kaybederlermiş. Soğuk havalarda donma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlarmış. Özellikle uykuda oldukları vakitlerde bu tehlike daha da artarmış. Fakat Allah her canlı türünde olduğu gibi sincapların da olumsuz dış şartlardan etkilenmemeleri için korunma yöntemleri yaratmıştır. Bunun için sincaplar kalın kürke benzeyen kuyruklarını vücutlarının etrafına sarmalayıp, bir top gibi kıvrılarak uyuyorlarmış. Bir palto gibi kalın olan kuyrukları böylece soğuk havalarda uyuduklarında onları donmaktan kurtarıyormuş.
Sincap: Evet, gerçekten soğuk havalarda kuyruğumuz bizi ısıtır. Ama tüm bunların dışında kuyruğumuzun bir faydası daha vardır. Pek çok canlıda olduğu gibi biz sincaplar arasında da çeşitli haberleşme yöntemleri vardır. Örneğin "kırmızı sincaplar" düşman görünce kuyruklarını sallar ve heyecanlı sesler çıkarırlar.
Erdem: Ne kadar çok ceviz toplamışsınız. Acıktınız galiba...

Sincap: Kışın yemek bulmakta zorluk çektiğimiz için yaz aylarında yiyecek biriktirip, kışa hazırlık yaparız. Yiyeceklerimizi depo ederken çok dikkat etmemiz gerekir. Meyveler ve etler kısa zamanda bozulacağı için onları depolamayız. Kışın aç kalmamak için yalnızca ceviz, fındık, kozalak gibi dayanıklı yemişleri toplamamız gerekir. İşte bu cevizleri de kışın yemek için saklayacağım.
Erdem: Allah bütün canlılara yiyeceklerini nasıl bulacaklarını ve saklayacaklarını öğreten, yarattığı her canlının rızkını da verendir. Allah'ın sıfatlarından biri de "rızık veren" yani "yarattığı her canlıya yiyecek veren"dir. Allah ne kadar lütuf sahibi ve merhametli olduğunu Kuran'da bizlere bir ayette şöyle bildiriyor:
"Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki, onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir." (Ankebut Suresi, 60)
Sincap: Allah yarattığı her canlıya yaşadığı ortama uygun özellikler vermiştir. Yiyecekleri bulup depolamamız yetmez, kış gelince onları sakladığımız yeri bulmamız da gerekir. Bunu da Rabbimiz'in bize verdiği mükemmel koku duyusunu kullanarak buluruz. Öyle ki, 30 cm'lik karın altında gizlenmiş fındıkların bile kokusunu alabiliriz.

Topladığımız yiyecekleri birden fazla yerde depolarız. Fakat çoğunun yerini de sonradan unuturuz. Bunun da Allah katında belirlenmiş bir sebebi var. Çünkü bizim yer altında bıraktığımız yemişler zamanla ormanın içinde filizlenip gelişecek ve tekrar yeni ağaçlar oluşturacaklardır.
Fatih: Ceviz, fındık, kestane bunlar kabuğu çok sert olan yiyecekler. Biz bunları yemek için demirden yapılmış kıracak aletler kullanıyoruz. Siz bir aletiniz olmadan bunları nasıl kırabiliyorsunuz?
Sincap: Bizim bir insanın asla sahip olamayacağı keskinlikte ve sağlamlıkta dişlerimiz vardır. Ağzımızın ön tarafında, sert maddelerin kırılmasını sağlayan kesici dişler, arka uzun boşlukta ise azı dişlerimiz bulunur. Ağzımızdaki bu keskin dişler sayesinde ne kadar sert olursa olsun istediğimiz yemişin kabuğunu parçalayabiliriz.
Erdem: Dişleriniz zarar görmüyor mu?
Sincap: Herşeyi bir uyum içinde yaratan Rabbimiz'in üstün sanatını burada da görebilirsiniz. Bizim dişlerimiz kırılıp, aşınsa bile yerine hemen yenisi çıkar. Aşınan dişlerimiz sürekli uzayarak alttan yenilenir. Allah bu özelliği bizim gibi yiyeceklerini kemirmek zorunda olan bütün canlılara vermiştir.
Fatih: Allah yarattığı canlılardaki güzellik ve kusursuz yapılarla ilgili olarak Kuran'da şöyle bildirmiştir:
"Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır."(Casiye Suresi, 4)

Erdem: Allah'ın herşeyi her an kontrolü altında tuttuğunu unutmamalıyız. Bize verdiği her nimet için O'na şükretmeli, sevdiği kullarından olmak için dua edip, O'ndan bağışlanma dilemeliyiz.
Fatih: Evet doğru söylüyorsun. Çok geç olmuş, artık geri dönelim Erdem. Bize anlattıkların için teşekkür ederim sevgili sincap.
Sincap: Güle güle küçük dostlarım.

12 Ekim 2009 Pazartesi

KÖPEKLER



K Ö P E K L E R
Koku Uzmanı Köpekler
Köpeklerin kokulara karşı olağanüstü hassas burunları vardır. Sokakta yürürken, diğer köpeklerin bıraktıkları kokuları ve çevredeki insanların kendilerine özgü kokularını tahlil ederek, onlar hakkında bilgi toplarlar. Havadaki en küçük oranlardaki kokuları dahi güçlük çekmeden tespit ederler. Koku alma duyusu kuvvetli bir köpek türü olan "bloodhound", hiçbir belirtinin görülmediği bölgelerde iz sürebilir, dört günlük bir izi takip edebilir ve bir insanın izini 80 kilometreden daha fazla sürebilir.

Bora ile Köpek

Bora oyun oynamak için sınıf arkadaşı Can'ın evine gitmişti. Can kendisini çağıran annesinin yanına gittiğinde Bora odada yalnız kalmıştı. Tam o sırada odaya Can'ın köpeği girdi! Adeta "Ben de seninle oynamak istiyorum." diyen köpek öyle sevimliydi ki!

Bora: Hey! Gel bakalım, beraber oynayalım!
Köpek: Yaşasın, çok sevindim!
Bora şaşkınlıktan donakaldı. Köpek konuşuyordu! Kaçırılmayacak fırsattı. Köpekler hakkında merak ettiği şeyleri sormaya başladı:
Bora: Sevimli köpek, hep merak etmişimdir, yemen için verdiğimiz o sert kemikleri nasıl çiğniyorsun?
Köpek: Tüm canlılara kendilerine ait özellikler veren Allah, biz köpeklere de diğer canlılardan farklı fiziksel özellikler vermiştir. Örneğin, dişlerimizin sayısı sizinkilerden on tane daha fazla, tam 42 tanedir. Böylece yiyeceklerimizi, özellikle de kemikleri rahatlıkla ağzımızda ufalayıp öğütebiliriz.

Bora: Bildiğim kadarıyla sen de benim gibi oynamayı, koşup zıplamayı çok seviyorsun. Peki nasıl oluyor da sen hiç terlemiyorsun?
Köpek: Biz, insanlarda olduğu gibi vücut ısısını düzenlemek için terlemeyiz, çünkü vücutlarımızda ter bezleri yoktur. Isı ayarını solunum sistemimizle yaparız. Vücudumuzdaki tüyler ise dışarıdan gelen ısının derimizle temasını önler. Hava sıcaklığının artmasıyla vücut ısımız da artar; meydana gelen fazla ısıyı da dilimizi çıkararak atarız. Böylece sıcak günlerde kalın tüylerimize rağmen terlemeyiz.
Allah bize öyle mükemmel bir sistem vermiştir ki; insanlar yarım saat hareket edince hemen terlediği halde, biz saatlerce hiç durmadan koşsak da terlemeyiz. Artık bunları bildiğine göre, sıcak havalarda dilleri dışarı sarkmış köpekler gördüğünde onlar için üzülmene gerek olmadığını da anlamışsındır.
Bu sistemi tabii ki biz köpekler kendimiz oluşturmadık. Bu ancak herşeyi örneksiz yaratan Allah'ın üstün yaratışının delillerinden biridir.

Bora: Sanırım sizin koku alma duyunuz da çok gelişmiş.

Köpek: Haklısın. Koku alma duyumuz çok güçlüdür. Beynimizdeki koku alma merkezi insanlardan 40 kat daha fazla gelişmiştir.

Bora: Demek polis köpekleri bu sayede kendilerine koklatılan küçük bir eşyadan yola çıkarak o eşyanın sahibini bulabiliyorlar!

Köpek: Çok doğru. Görüyorsun her gün görmeye alışık olduğun biz köpekler de diğer canlılar gibi Allah'ın yaratışının delillerindeniz. Bunu hep aklında tutup sürekli Allah'ı hamd ile anmayı hiç unutma.

Bora: Teşekkür ederim sevimli köpek. Bunu hiç unutmayacağım inşaAllah. Ve bütün arkadaşlarıma Allah'ın size verdiği bu özellikleri anlatıp onların da şükretmelerini söyleyeceğim.
Tam bu sırada Can odaya girdi ve hep beraber oynamaya başladılar.



Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O'dur.(Bakara Suresi, 29)

PENGUENLER


P E N G U E N L E R
Anne penguen yumurtladıktan kısa bir süre sonra kış bastırır. Bunun üzerine anne penguenler, yumurtaları erkek penguenlere bırakarak besin aramak için denize dönerler. Baba penguen yumurtayı donmaktan korumak için ayaklarının üstünde taşır. Kalın tüyleri yumurtayı soğuktan koruyacaktır.
Bu çok zorlu bir dönemdir. Çünkü erkek penguenler yerlerinden kıpırdayamadıkları için beslenemezler.
Bahar aylarında minik penguen yavruları dünyaya gelir. Onları soğuktan koruyacak yağ tabakaları henüz oluşmadığı için hala babalarının ayaklarının üzerindedirler. Yavrunun ilk besini, babasının onun için kursağında sakladığı süttür. Baba penguen dört ay boyunca aç kaldığı halde olağanüstü bir fedakarlıkta bulunmuş, kursağındaki besini yemeyerek yavrusu için saklamıştır. Tam bu dönemde anne penguenler açık denizden kıyıya dönerler. Onlar da bu dört ay boyunca boş durmamış, sürekli avlanarak yumurtadan çıkacak yavru için kursaklarında besin depolamışlardır. Anne penguenler gelir gelmez, dört aydır aç bekleyen baba penguenler avlanmak için denize dönerler.
Evrim teorisini savunanlar, bir penguenin dört ay boyunca yavrusu için açlığa ve soğuğa dayanmasını hiçbir şekilde açıklayamazlar. Bu canlılara böylesine büyük bir fedakarlığı yaptıran kimdir? Ayaklarının üstünde 4 ay boyunca yavrusunu taşıtan kimdir? Üstelik bütün penguenlerin aynı fedakarlığı göstermesini onlara ilham eden kimdir? Bu soruların tek bir cevabı vardır. Penguenleri Allah yaratmıştır. Yavruları için yaptıkları benzersiz fedakarlıkları bütün penguenlere Allah öğretir.
ÖMER VE PENGUEN

Ömer, akşam uyumadan önce babasıyla bir belgesel film izlemişti. Birçok canlının zor şartlarda nasıl yaşamlarını sürdürdüklerini görmüş ve çok şaşırmıştı. Yatağına yattığında da izlediği belgeseli düşündü. Kendisini o canlılarla aynı ortamda hayal etti ve birden kendisini karlarla kaplı bir yerde buldu. Denizde kocaman buz parçaları yüzüyordu. Etrafta dolaşmaya başladı.
PENGUEN: Hoşgeldin Ömer.
ÖMER: Sen de kimsin?
PENGUEN: Ben bir penguenim.
Sesin sahibi sanki üzerine bir smokin giymiş gibi duran bir canlıydı. Ömer onu hemen hatırladı. Akşam izlediği belgeselde penguenlerle ilgili bir bölüm de vardı.
ÖMER: Evet sizin yaşamınızı televizyonda seyretmiştim. Burası oldukça soğuk, siz hiç üşümüyor musunuz?
PENGUEN: Burası Güney Kutbu ve burada ısının -88 dereceye kadar düştüğü dondurucu soğuklar olur. Bu ortam birçok canlı için öldürücü olabilir. Oysa biz hiçbir zorlukla karşılaşmadan yaşamımızı sürdürebiliyoruz. Bu da ancak Allah'ın bize verdiği çeşitli özellikler sayesinde mümkün olmaktadır.
Derimizin altındaki kalın yağ tabakası sayesinde soğuktan diğer canlılar kadar etkilenmiyoruz. Ayrıca kış geldiği zaman deniz kenarından daha güneye doğru gideriz.

ÖMER: Demek birlikte göç ediyorsunuz, başka bilmediğim ne gibi özellikleriniz var? Mesela izlediğim belgeselde yavrularınız yumurtadan çıkıncaya kadar yumurtalara çok özenle baktığınızdan söz edilmişti. Bana biraz anlatabilir misin?
PENGUEN: Tabii. Mesela birçok canlının aksine penguenlerde erkek kuluçkaya yatar. Hem de bu görevi yaklaşık -30 derecede, 65 gün hiç kıpırdamadan yerine getirirler. Bu sırada anne penguen de doğacak yavru için uzaklarda yemek arar. Yavru doğduktan sonra da ilk ayı anne ve babasının ayakları arasında geçirir. Çünkü yanlışlıkla 2 dakika bile buradan çıkması donarak ölmesine sebep olur.
ÖMER: Yani oldukça dikkatli davranmanız gerekiyor.
PENGUEN: Her canlıya nasıl davranacağını Allah öğretmiştir. Biz de Allah'ın bize ilham ettiği şekilde hareket ederiz.
ÖMER: Rabbimiz her canlının ne zaman nerede yerleşeceğini, yiyeceğini nasıl bulacağını öğretmiş. Siz penguenlerin hayatı da buna çok güzel bir örnek.
PENGUEN: Başka canlılarda da farklı örnekler bulabilirsin. Ailem beni bekliyordur, artık gitmem gerekiyor.
Ömer birden bir zil sesi duydu. Sabah olmuştu ve saati çalıyordu. Küçük seyahatinin güzel bir rüya olduğunu anladı.

YUNUSLAR




Y U N U S L A R
Yunusların yavruları üzerindeki koruması doğumla birlikte başlar. Doğumdan hemen önce, anne yunusun hareketleri ağırlaşır. Bu nedenle doğum anında ona yardım eden dişi yunuslar vardır. Yardımcı yunuslar, doğumdan önce bir zarar gelmemesi için anne yunusun iki yanında yüzer, yavru dünyaya gelince onun su üstüne çıkmasını ve nefes almasını sağlarlar.
İlk iki hafta yavru annesinin yanından hiç ayrılmaz. Küçük yunus doğduktan kısa bir süre sonra yüzmeyi başarır ve bu süre zarfında da yavaş yavaş annesinden uzaklaşmaya başlar. Ancak yeni doğum yapmış olan anne yunus, yavrunun hızlı ve atak hareketlerine ayak uyduramayacağı ve onu yeterince koruyup gözetemeyeceği için bu durumda yine devreye yardımcı dişi yunus girer ve yavruya mükemmel bir koruma oluşturur. (Hayvanlar Ansiklopedisi, (Memeliler), s.29)

Canlıların kendi çıkarlarını gözetmeyen davranışları Darwinizm'e açıkça meydan okur. Çünkü evrimcilere göre bu davranışların -örneğin bir hayvanın başka birine yardım etmesinin- canlının hayatta kalabilmesine bir faydası yoktur. Hatta tam tersine fedakarlık yapan hayvan açısından kimi zaman hayati risk taşımaktadır.

Bu tarz fedakarlıklara bir örnek olarak yiyeceğinin yarısını, sindirilmiş şekilde yavrusunun ağzına geri çıkaran anneleri verebiliriz. Bu konudaki bir diğer örnek ise yaralanmış olan arkadaşlarına yardım eden yunuslardır. Bu yunuslar kaçmak yerine kendi hayatta kalma imkanlarını kayda değer bir şekilde azaltan fedakar bir davranış sergilemektedirler. (Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, Abacus, London, 1984, s. 224)

Yunuslar, yavrularını tehdit eden köpek balıklarından kurtulmak için grup olarak harekete geçerler. Yunuslardan biri veya ikisi köpek balığının dikkatini çekmek için dışarıdan yüzer. Köpek balığı bu tuzağı izlemek için döndüğünde, diğer yunuslar diğer tarafa doğru hareket eder ve kuvvetle saldırırlar, biri diğerinin arkasından hızla hücum ederek, burunlarını köpek balığının yanlarına hızla çarparlar. Bu, köpek balıkları için oldukça caydırıcı bir yöntemdir, hatta kimi zaman yunusların bu şekilde köpek balıklarını öldürdükleri bile olur. (Russell Freedman, How Animals Defend Their Young, s. 67)

KEDİLER



KE D İ L E R

Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? (Nahl Suresi, 17)
Doğduklarında kedi yavruları kör ve son derece savunmasızlardır. Yaklaşık 100 gr ağırlığındaki bu minik yavrulara bakabilmek için anne kedi çok az uyur. Sürekli, yavrularının sıcak kalmaları ve acıktıklarında her an süt emebilmeleri için karnına yakın bölgelerde durmalarını sağlamaya çalışır. İlk hafta gözleri kapalı olmasına rağmen yavrular süt içecekleri yeri bulmakta hiç zorluk çekmezler. Dokuz gün sonra yavruların gözleri açılır. Annenin sütü yavruların büyümesi için tam gereken özelliklerdedir. Her türlü besin açısından zengindir, ayrıca yavruyu hastalıklardan koruyan özel bazı kimyasallar da bu sütte bulunur.
Yavru kediler yaklaşık sekiz hafta sonra kendilerine bakacak duruma gelirler. Ancak bu süre geçene kadar anneleri büyük bir ihtimamla yavrularıyla ilgilenir. Onları daha güvenli gördüğü yerlere özenle taşır.
Aklı ve bilinci olmayan bu canlıların yavrularına olan düşkünlükleri akıl ve vicdan sahibi her insanı düşünmeye yöneltecektir. Bu davranışlar ancak tüm canlıların hakimi olan Allah'ın ilham etmesi ile oluşabilir:
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud Suresi, 6)


MURAT İLE KEDİ
Okuldan eve döndüğünde Murat'ı büyük bir sürpriz bekliyordu. Babası ona minik bir kedi yavrusu almıştı!
Murat derslerden arta kalan vaktini bu sevimli kediyle oynayarak geçirmeye başlamıştı. Bir gece uyurken kedinin odadan çıkıp, kapkaranlık olan salonda süt kabını hemen buluşunu görünce Murat hayrete düştü.
MURAT: Bu karanlıkta nasıl da kolayca bulabildin bakalım süt kabını?
KEDİ: Muratcığım, bizim görmemiz için azıcık ışık yeterlidir. Gözlerimiz insanlarınkinden farklı yaratılmıştır. Göz bebeklerimiz karanlıkta olabildiğince çok ışık almak için büyüyerek yuvarlaklaşırlar. Ayrıca biz kedilerin gözlerinde siz insanlarınkinde bulunmayan bir tabaka vardır. Retinanın hemen arkasında bulunan bu tabakadan ışık geri yansır. Böylece ışık retinamızdan iki kez geçmiş olur. Biz de bu sayede karanlıkta rahatça görebiliriz ve gözlerimiz de daha parlak olur. şüphesiz Allah bizi her türlü koşul için en uygun şekilde yaratmış, bize ihtiyacımız olan özellikleri vermiştir. Bu özelliklere evrim teorisinin iddia ettiği gibi zamanla ve tesadüfler sonucunda sahip olmamız tabii ki imkansızdır. Allah kediler gibi bütün canlıları bir anda kusursuzca yaratmıştır.
Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da batının da ve bunların arasında olan herşeyin de Rabbidir.(Şuara Suresi, 28)


MURAT: İnsanlar sizi bir de yüksek bir yerden "hep dört ayak üzerine düşme" becerinizle tanırlar. Bunu nasıl beceriyorsunuz?

KEDİ: Haklısın. Biz kediler ağaçların üzerinde, yüksek yerlerde dolaşmaya bayılırız. Ancak buralardan düşme tehlikesine karşı Allah, bizlere bu özel yeteneği vermiştir. Düşerken dengemizi sağlamak için kuyruğumuzu kullanır ve gövdemizin ağırlık merkezini bu sayede değiştirip, patilerimizin üzerine düşmeyi başarırız. Bu koruyucu özelliğiyle Allah sonsuz şefkat ve merhametini göstermektedir.

Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde O'nun emriyle akıp giden gemileri, sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne düşmekten alıkoyar.Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok merhametlidir.(Hac Suresi, 65)

Murat minik kediyi şefkatle kucağına aldı. Her gün karşılaştığı bu sevimli yaratıkların aslında Allah'ın üstün yaratışının ne kadar önemli birer delili olduğunu düşündü. Kedilere olan sevgisi ve şefkati böylece daha da arttı. Tüyleri okşanan yavru kedi de mırıldanarak Murat'a sevgisini belirtti.

ALİ VE KÜÇÜK TAVŞAN

ALİ VE KÜÇÜK TAVŞAN
Ali ve ailesi pazar günü piknik yapmak için erkenden ormana gelmişlerdi. Annesi piknik malzemelerini yerleştiriyordu. Annesi gelirken sepeti Ali'nin çok sevdiği havuçlarla doldurmuştu. Ali hemen bir ağacın altına oturdu. Bir yandan kitap okuyor, bir yandan havuçlarını yiyiyordu. Bir tavşanın sepete doğru yaklaştığını gördü. Minik tavşanı korkutmamaya özen göstererek Ali yavaşça doğruldu.

Ali: Demek karnın acıktı minik tavşan!

Tavşan: Şeyy... Evet, havucu çok seviyorum.

Ali: Gel beraber yiyelim, hem biraz sohbet ederiz, senin hakkında merak ettiğim çok şey var...


Tavşan: Biz tavşanlar toprak altına kazdığımız yuvalarda yaşarız. Ve havuçlar da tam bizim bu yer altındaki yaşantımıza uygun olarak yerin altına doğru büyürler. Böylece onlara kolayca ulaşabiliriz. En sevdiğimiz yiyecek olan havuca kolayca ulaşabilmemiz için yüce Allah onları en uygun şekilde yaratmıştır. Allah böyle dilediği için, biz yiyeceğimizi kolayca bulabiliriz. Bu Allah'ın yaratma mucizelerinden biridir.

Ali, Allah'ın herşeyi canlıların kullanımına nasıl da uygun yaratmış olduğunu düşündü. Kışın yediği portakal geldi aklına. Bu meyvenin kolayca yiyebilmemiz için özel olarak kabuğundan dilimlenmiş halde çıkmasına şaştı. Eğer böyle olmasaydı, sulu haliyle onu yememiz çok zor olacaktı. içinde sağlığımız için çok faydalı olan C vitamininin bulunduğu bu meyveyi, Allah'ın bizim kolayca yememiz için dilimlenmiş ve paketlenmiş bir şekilde yaratmış olmasına şükretti. Ve tabii onu kolayca yemesi için dişleri olması da ayrı bir nimetti. Tıpkı tavşanın havucu kolayca kemirmesini sağlayan ön dişleri gibi, Allah ona da yemek yiyebilmesi için dişlerini vermişti.


Ali: Peki, yüce Allah başka ne gibi özellikler vermiş size?Tavşan: Allah her canlıya yaşamlarını kolaylaştıracak birçok özellik vermiştir. Yeryüzünde farklı özelliklere sahip çeşit çeşit tavşanlar vardır. Örneğin soğuk bölgelerde yaşayan tavşanlar genelde beyaz renklidir. Çünkü bu onların karlar üzerinde fark edilmelerini engeller ve böylece kolayca saklanabilirler. Benim gibi yabani tavşanların bacakları ve kulakları daha uzundur. Çöllerde yaşayan Amerikan tavşanının ise iri kulakları vardır. Bu kulaklar tavşanın sıcak çöllerde serinlemesine yardımcı olur.
Ali: Senin kaplumbağayla olan hikayeni bilmeyen yok. Sanırım hızlı bir koşucusun, doğru mu?

Tavşan: Evet, arka bacaklarım ön bacaklarımdan daha uzun ve güçlü. Bu sayede, saatte 60-70
km hızla koşabiliyor ve bir seferde 6 metre ileriye sıçrayabiliyorum.

Şüphesiz, müminler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 3-4)

Ali: Peki yerin altındaki evini nasıl buluyorsun, ya sen yokken oraya başka bir tavşan yerleşirse?
Tavşan: Bazı hayvanlar evlerini belirlemek için "koku bırakma" yöntemini kullanırlar. Mesela ceylanlar gözlerinin altındaki bezlerden salgılanan bir madde bırakırlar. Bu salgıdan yayılan kokuyla yaşam bölgelerini işaretlemiş olurlar. Biz de çenemizdeki bezler ile bir koku bırakarak evlerimizi işaretleriz. Böylece oraya başka bir hayvan yerleşmez, biz de yuvamızı kolayca buluruz. Tabii bunu kendi irademizle değil, ancak Allah'ın ilham etmesiyle yaparız.
Ali: Kardeşlerin var mı?
Tavşan: Biz tavşanların hızlı bir üreme dönemi vardır. Annelerimizin gebelik süresi kısa yani yaklaşık 28-33 gün kadardır. Bir defada birçok yavru doğururlar. Mesela benim 15 tane kardeşim var... Yavrular yaklaşık bir ay annelerinin yanında kalırlar. Tavşanların bir başka özellikleri de doğumdan 3-4 gün sonra sonra çiftleşebilmeleridir.
Bu sırada Ali'nin babası, yanlarına geldi ve sohbete katıldı.

Ali'nin babası: Bütün bunları ben bile bilmiyordum minik tavşan. Allah razı olsun. Allah tüm kainatı, içindeki canlı cansız herşeyi nasıl da eksiksiz olarak yaratmış. Kuran'da yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
"İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O herşeyin üstünde bir vekildir." (En'am Suresi, 102)

Bütün bu verdiği nimetler sonsuz ahiret hayatımıza hazırlık yaptığımız ve imtihan olduğumuz dünya hayatında O'na şükretmemiz, O'nun rızasını kazanarak yaşamamız içindir. Biliyorsunuz Allah Kuran'da, "insanları ancak Kendisi'ne ibadet etmeleri için" yarattığını bize bildiriyor. Bizim de yapacağımız en güzel şey, tüm bu nimetlere şükretmek, hayatımızı Kuran'a göre düzenlemek ve "Allah için" yaşamak olmalı. Kuran'da Allah şöyle buyurur:


"Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi istek ve tutkularına (hevasına) uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme." (Kehf Suresi, 28)

Ali: Babacığım, insan etrafına biraz düşünerek bakınca ne kadar çok şükredecek şey görüyor, değil mi? Her gün görmeye alıştığımız bir ağaç, uçan bir kuş, bu minik tavşan... Biraz düşünüp inceleyince hepsinde kusursuz birer tasarım olduğunu görüyoruz. Bunu yapmaya ancak herşeyi örneksiz yaratan yüce Allah güç yetirebilir. Yoksa bir tavşan tüm bu özellikleri kendinde toplamayı nasıl akıl edebilirdi ki?
Tavşan: Çok haklısın Aliciğim. Allah bize yaratılışımıza uygun özellikleri vermese hiçbirimiz onlara sahip olmaya güç yetiremezdik.

Ali'nin babası: Aliciğim, pikniğe gelmemiz ne kadar hayırlı oldu. ilk bakışta bizimle pikniğe gelmek hiç de cazip gelmemişti ama burada minik tavşanla tanışıp bu sohbeti yapman birçok konuda tekrar düşünmeni sağladı.
Ali: Haklısın babacığım, bu sohbet benim herşeyde Allah'ı görmeme çok yardımcı oldu. Çok teşekkür ederim minik tavşan. Benim babamla gitmem gerekiyor. Anneme sorayım, daha havucumuz varsa sana getirirm. Tekrar görüşmek üzere şimdilik hoşçakal.

Tavşan: Teşekkürler Ali, Allah'a emanet olun.